Benim hikayemde sindirella ayakkabısını bir daha bulamıyor. Şimdi gelin o ayakkabıyı nasıl kaybettiğime kadarki kısmı konuşalım.
Doğduğumdan beri toz pembe bir hayatım vardı. Annem benim için her şeyi düşünüyordu. Önümdeki engeli ben şarkı söyleyerek yürürken annem görüyordu ve ben geçmeden engeli kaldırıyordu. Hayatımdaki insanlar hep seçilmiş insanlardı. O yüzden hiç kötü bir insana denk gelmedim. Ailemin bana oluşturduğu dünyanın merkezindeydim ve dış hayatta da böyle olacağını düşünüyordum. Bir fanusun içindeki pembe hayatımda her şey çok güzel ilerliyordu ta ki üniversiteyi kazanıp o fanusun içinden çıkmak istediğim ana kadar.
Fanusun dışındaki yaşamımda kurallar koymak kendimi kontrol etmek henüz beceremediğim bir işti. Özellikle sosyal medyada birileriyle çok özel paylaşımlarım oluyordu. Bu kişilerden biriyle saatlerce mesajlaşıyordum ve gittikçe samimileşiyorduk. Sonra bir gece o şahıs bir tren bileti aldığını ve yarın sabah yanıma geleceğini söyledi. Hem çok heyecanlandım hem de biraz korkmuştum.
Sabah olduğunda belirlediğimiz yerde buluştuk. Biraz şehri gezdikten sonra yorgun olduğunu sakin bir yere ihtiyacı olduğunu söyleyerek arkadaşının evine gitmeyi teklif etti. Korkak ve ezik görünmemek için kabul ettim. O eve girmek zorundaydım ve girdim. Korktuğumu fark ettirmemeye çalışıyordum ama ne yapacağımı bilmiyordum. Kendimi çok çaresiz hissediyordum. Hayatımda hiç yaşamak istemeyeceğim şeyler yaşadım. Nasıl çıktım evden hiç hatırlamıyorum. Buradan çıkar çıkmaz canıma kıymaya karar verdim çünkü bu yaşadıklarımdan ancak bu şekilde kurtulabilirdim. Bu kirliliği üzerimden ne atabilirdi ? ‘Allahım çok özür dilerim’ tek yaptığım bu cümleyi defalarca tekrar etmek oldu. Nereye gittiğimi bilmeden saatlerce yürüdüm. Çok üşüyordum. En son kimsenin olmadığı bir bank buldum. Boğazımda birikmiş her şeyi kusarcasına ağladım. Anneme sarılmak istiyordum. Kaç saat o bankta oturdum bilmiyorum. Kalktığımda taşlarla dolu olan o beton yerde sarı bir çiçek gördüm. Karanlığın içindeki beyaz bir ışık gibi. O güzel çiçek bu beton ve taşlıklarla dolu olan yerde nasıl hayatta kalabildi ki ? Eğildim yeni doğan bir bebeğe yaklaşırcasına kokladım, sevdim. O çiçek burada hayatta kalabiliyorsa ben de her şeye rağmen o çiçek gibi hayatta kalabilirdim. O küçük ve sarı çiçek benim için bir umut oldu. Ben suçlu değildim, ben yanlış bir şey yapmadım. Ben ne yapmıştım?… Sadece tecrübesiz ve acemiydim.
Aynada kendime baktığımda sarı çiçeği görüyordum. O çiçek bile hayata tutunmuşsa bu aynadaki kızın yaşaması gerekiyordu. Nasıl yapıcacağımı şimdilik bilmiyordum ama tek bildiği şey bundan sonra ayaklarını yere sağlam basacak olmasıydı. İçten içe kendimi affedememiştim. İtiraf edemesemde kendimi sevmiyordum. Uyurken sadece o sarı çiçeği düşünüyordum. Kendime yediremesem de bir terapiste gitmeye karar verdim. Seans odasına ilk girdikten sonra psikoloğun bana nasılsın sorusunu sormasıyla ağlamaya başladım. Bir aydır sanki o soruyu bekliyormuşum gibi. Terapistim her şeye rağmen kendimi sevebileceğimi bana öğretti. Kendimi sevdikçe güçlendim ve insanları, hayatı sevmeye başladım.
Son olarak ; sinderallanın ayağa kalkıp yürüyebilmesi için ayakkabısının tekini bulmasına gerek yoktu. O ayakkabıyı arayarak zaman kaybedeceği yerde kül kedisine dönüşüp hayatına anlam katmayı seçtiğinde daha mutlu oldu. Çünkü artık çevresinde özüne değer veren insanlar vardı ve en önemlisi kül kedisi aynadaki kendisine değer veriyordu. Zorluklarla nasıl başa çıkacağını öğrenmişti.