Benim adım Hilal.. 23 yaşındayım. Şu an üniversite öğrencisiyim. İlkokul ve ortaokulu küçük bir ilçede bitirdikten sonra ailemle İstanbul’a taşındık. İstanbul’un kalabalık semtlerinden birinde bir lisedeydim. Herkes birbirini tanıyordu. Tek yabancı olan ben gibiydim. Bir türlü aralarına girememiş kendimi onlara sevdirememiştim. Yalnızlığım ve değersizliğimi güçlü bir şekilde hissediyordum. Bu sırada sınıfta herkes tarafından beğenilen bir erkek vardı. Onun bana bazen selam vermesi bazen de halimi hatrımı sorması kimsesiz günlerimin dermanı olmuş gibiydi. Zamanla ona karşı içimde bir şeyler hissetmeye başlamıştım. Gülüşünü, kıyafetlerini, arkadaşları ile takılmalarını dikkatle seyrediyordum. Onun da bana arada bakıp gülümsemesi umutlandırıyordu beni. Lise son sınıfa kadar bu aşkı içimde büyüttüm, sürekli mektup yazmayı veya mesaj atmayı istedim fakat kendimi engelledim. Çalışkan bir genç olduğu için ben de gayret ediyor ve ona yetişmeye çalışıyordum. Şu an çok ders odaklı olduğunu ama üniversiteyi kazanır kazanmaz bana açılacağını umut ediyordum, hatta buna kendimi inandırmıştım. Ayrı üniversiteleri kazanmıştık. Bekledim, bekledim ve bekledim.
Kendisinden hiç haber alamadım. Üniversite yıllarında bir takıntı gibi büyüyen aşkım artık beni sosyal ortamlardan çekmeye, kendi başıma kalıp sürekli onun sosyal medya hesaplarını kontrol etmeye itmişti. Sürekli telefon numarasına bakıp çevrimiçi olup olmadığına bakıyordum. Yürüdüğüm her yerde, her işimde artık o vardı.
Bir gün sosyal medya hesabını açtığımda bir kızla resmini gördüm. Dünya başıma yıkılmıştı. Beraber samimi fotoğraflarını koyduğu kız, lise arkadaşlarımızdan biriydi. Onun da sosyal medya hesabına girdiğimde aynı mekanlarda çekilmiş fotoğraflarını gördüm. Delirecek gibi oldum. Göğsümün tam ortasında bir yangın başlamış gibiydi. Hiçbir yere sığamadığımı hissettim. Birkaç gün sonrada nişan fotoğrafları görünmeye başlayınca artık emin olmuştum. Yıllardır içimde büyüttüğüm aşkım evlenecekti. Beni belki de hiç fark etmemişti. Bu kadar zaman ona olan ilgimi, aşkımı hiç bilmiyordu belki de. Ne de saçma sapan bir hayatım olmuştu. Nasıl oldu da bu kadar zamanımı -neredeyse 5 yılımı- böyle bir hiç uğruna geçirmiştim. Ne insanların yanında ne de kendim için hayatımın bir değeri vardı. Yok olan bir yaşamın devamının anlamı da yoktu. İntihar etmeye çalışırken istediğim tek şey yaşadığım acıya son vermekti. Yoktum zaten ve yok da olacaktım. O an gözüm önümdeki derginin bir kelimesine ilişti: Tutun. Kendime baktım, “Nereye tutunayım?” dedim. “Tutunacak bir şey var mı?”. Bir anda okul grubundan mesajlar gelmeye başladı, ilgim dağıldı. Derginin üzerindeki yazıya ve sürekli grup mesajları ile dıtlayan telefonuma baktım. Evet, benim telefonuma mesajlar geliyordu.
Benim bir hayatım vardı, yıllardır bu şahsı takıntı haline getirip hayatı unutmuş olmam bundan sonraki hayatımı da yok saymam anlamına gelmeyecekti. Hala hayata tutunabilirdim. Son yıllarımı sadece aşk için bekletmek kendime yaptığım bir haksızlıktı. Telefonumu elime aldım. Sınıf arkadaşlarımdan biri, “Ben bugün dışarıda kafede çalışmak istiyorum, aranızda bana katılmak isteyen var mı?” demişti. Ben de o gruptaydım, bu sorunun ben de muhatabıydım. Zaten çok ertelediğim hayatıma tutunmak için mesajdı bu. Hemen “Evet ben gelebilirim” diye mesaj attım. Hazırlandım, çıktım. O gün derse odaklanmakta zorlandım. Ama kahve, sokakta yürüyen insanlar, rüzgar, etrafa dökülmüş sonbahar yaprakları… Buradaydım, yıllardır ilk defa yaşadığımı hissettim. O şahıs olmadan da sadece ben vardım.